Kime Öğretmen Diyelim?

26-03-2016 05:00:40
Cumhuriyetin bütün çivilerini oynattılar. Neyi aklınıza getirseniz, o konuda bir yozlaştırma, bir törpüleme, bir başkalaştırma ve onun sonucu olarak da elbet bozulma. Bunu niye yapıyorlar, bilinmiyor. “Bizden öncekiler yaptı, ben bozmakla görevliyim...” der gibiler. Almanya’nın çoğu otoyollarını Hitler’in yaptırdığı biliniyor. Öyleyken bugün Almanlar dünyanın nefret ettiği bu adamın ülkeye kazandırdığı bu yolları seve seve, tepe tepe kullanıyorlar. Bizimkiler dünyanın hayranı olduğu Atatürk’ümüzün kurduğu cumhuriyetin adına katlanmıyorlar. İnsanın “TC sizin nerenize batıyor?” diye sorası geliyor. Sözü öğretmenlik konusuna getirmek istiyorum. Türkiye’de önemi ve anlamı bir türlü kavranamayan mesleklerin başında öğretmenlik geliyor. Bunu şuradan anlıyoruz ki, günümüzde pek çok okulda öğretmen açığı dolayısıyla derslerin çoğu ya boş geçiyor, ya da “öğretmen gibi” birileriyle geçiştiriliyor. Öte yandan üç yüz elli bin öğretmen görev bekliyor. Elbette onlar da çok değerliler ama öğrtmen değiller. Ve üç beş yılda yarım düzineye yakın Milli Eğitim Bakanı değişiyor. Sınav kuralları her üç beş ayda değişiyor. Öğretmenlerin görev yeri güvenceleri yok. Çalıştıkları yerleşim birimiyle tanışıklıkları yok. Aldıkları parayla çoluk çocuklarını doyurmaya mecalleri yok. Ve asıl söylemek istediğim şu: Türkiye’de önüne gelen öğretmen olabiliyor. Çünkü öğretmenlerin yetiştirilmesi yolunda kurulu düzeni dinamitlediler. Kimin yaptığı önemli değil. Ama öğretmenliğin ne anlama geldiğini bilmeyenlerin bu salaklığı yaptığı kesin. Köy Enstitülerinden başlayalım. Neydi amaç? “Şehirlerde doğmuş büyümüş çocuk Anadolu’da görev kabul etmiyor. Köyün çocuğunu öğretmen edelim, o gitsin köylüyü eğitsin, öğretsin.” Bir Allahın kulunun karşı çıkmasına aralık kapı var mı? Ama Anadolu’nun uyanmasını istemeyen kafa çarçabuk devreye girdi. Günümüzde bile “Yönetilmeye en uygun halk cahil halktır” diyebilen profesör çıkmıyor mu? Bu zihniyet o zaman da vardı... Ve kısa zamanda Anadoluyu aydınlatacak ışık söndürüldü. Ortaokullara ve liselere öğretmen yetiştiren kurumlar vardı. Eğiitim Enstitüleri, bunları da kapattılar. Pek çok ilde kızlar için ayrı erkekler için ayrı da olsa öğretmen okulları vardı, onların köküne kibrt suyu döktüler. Ne için? Görünürde eğitimi iyileştirmek için... Soytarılık. Üniversitelere öğretmen yetiştiren bölümler eklediler. İşte bu yanlış. Üniversitelere şu kadar puanı tutturan giriyor. Şu kadar yıl sabreden de öğretmen çıkıyor. Fakat öğretmen olabilmek için sadece bilgiyi yeter saymak akılsızlıktır. Öğretmen olacak kişinin bambaşka özelliklerle donatılması gerekir. Öğretmenlik nitelikleri belli bir sürecin sonunda edinilebilir. Özellikle “Kadın erkek ayırdımı” konusunda... Öğretmen öyle bir sanatçıdır ki, tıpkı belki bir heykeltraş gibidir. Ona bir malzeme veriyorsun. Ve “Bu malzemeyi kuşa çevir arkadaşım” diyorsun. Sanatçı o malzemenin niteliğine, rengine, kokusuna bakmaz. Sadece o malzemeden kuşa benzer bir eser ortaya koymaya odaklanır. Banknot matbaasında para basma işini üstlenmiş sanatçı arkadaşım, deste deste banknotları sırtlayıp kasaya taşırken “Şu anda şu kadar trilyon lirayı sırtında taşıyan adamım” diye düşünmez. Ona “Şu kâğıdı al, bunu şöyle bir eser biçimine çevir” demişler. Sanatçımız ona bakar. Öğretmenin gerçeği önüne gönderilen çocuğun “Küçük bir insan” olmaktan “Yetişkin bir insan” olmasına kadar geçecek süreçte kendisine emanet edilmiş olduğuna odaklanır. Ve emanete ihanet edilemeyeceğinin bilincinde olur. Hatta emaneti korumak için canını bile ortaya koyacak duyarlılıkta olur. Öğremen budur. Bu olmalıdır. “Ben öğretmenim” diyen tanıdıklarınız varsa vakit ayırın onları yakından gözleyin. Asla bencil değillerdir. Dostlukları süreklidir. Vefasızlık gördüğü bireylerden bile kolay kolay uzaklaşmazlar. Fedakârdırlar. Kanaatkârdırlar. Kolay inanırlar. Kolay severler. Zor soğurlar. Karşı cinse bakış açılarına gelince, çocuğu yaşında olanlara “çocuğu”, kendi yaşında olanlara “kardeşi” gözüyle bakarlar. Büyükler zaten büyüktür. Bir matematikçi eğer çocukları eğitme işini üstlenmiş bir kurum için gönüllü çalışmayı kabul etmiş de, bu yaklaşmanın ardından bütün Türkiye’ye büyük acı yaşatmışsa, o matematikçi aslında insan değildir. Öyle yaratıklar benim tarifimin dışında kalır. ... Günümüze gelince, durumu anlatmaya yetecek söz dilimizde yok. Belirli sayıda ortaokul öğrencisini çağırsanız da “Hadi birlikte Türkiye’de öğretmen politikasının ne olacağı yolunda bir oyun kuralım” deseniz, inanın günümüzde uygulanan politikadan daha iyisi kurulur. Şöyle bir garabet kimin aklına gelir? Çocuğu liseden sonra sıkı bir sınavla üniversiteye alacaksın. “Öğretmen olacaksın” diyerek dört yıl tepesini dele dele okutacaksın. Sonra da eline kapı gibi bir diploma vereceksin. Ne diplomasıdır bu? Elbette öğretmen çıktığının diploması. Peki, görev istediğinde de bir sıkı sınava sokuluyor. Bu ne sınavı? “Bakalım öğretmenliğe layık mı?” Sınavı. Adama “Kardeşim sen deli misin?” demezler mi? “Hani bu çocuk öğretmen çıkmıştı ya.” Öğretmen çıkanların sayısı fazlaymış. İyi de bu durum o çocukların kusuru değil ki? Sana ne kadar öğretmen gerekliyse o kadar öğretmen çıkarsana... Türkiye’de camilerde görevli imamların hepsine kıran girse, Allah etmesin hepsi bir gecede ölse topu topu yüz bin imam... Hadi müezzinlerle birlikte siz deyin iki yüz bin. Peki İmam Hatip Okullarında milyonun üzerinde çocuk okuyor. Bunca çocuğa camiyi nerede bulacaksın... Aklını başına topla arkadaşım. Ve madem ki aklın yetmiyor. Geçmişe bak, geçmişe dön...      
YORUM YAZ
BU HABER HAKKINDA YAPILAN YORUMLAR
Okur yorumları, kişilerin kendi görüşleridir. Bu yorumlardan sorumlu değildir.
YORUM YAZ - 1-0 galip geldi